İnsani Gelişme Yaklaşımı Nasıl Ortaya Çıktı?

Gelişmekte olan ülkelerin liderleri, halklarını refaha kavuşturmak sevdasıyla uzun yıllar boyunca eksik büyüme teorilerinin peşinden koştular. Olabildiğince, sanayileşmeye, olabildiğince üretmeye, olabildiğince köprüler, yollar kurmaya, ticaretlerini geliştirmeye, gayrisafi milli hasılalarını olabilecek en yüksek düzeylere çıkarmaya çalıştılar. Zira, başta Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu İMF olmak üzere, gelişmiş ülkeler ve onların ekonomi uzmanları, bir ülkenin gelişmiş olup olmadığını, gayrisafi milli hasılasının yüksekliğine göre ölçüyordu.

Bu kaba ölçümleme, eşitsizliklerin en derin şekilde yaşandığı, yoksulluğun, haksızlıkların, çocuk işçilerin kol gezdiği, işçilerin, neredeyse birer robot olarak görüldüğü ve verim alınmadığında kenara fırlatıldığı ülkelerin, gelişmiş ülkeler kategorisine yükselmesine yolaçtı. Bu ülkeler, zenginleşmesine zenginleşti ancak, gayrisafi milli hasılanın, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin artmasıyla ya da daha adil paylaşımla otomatik bir ilgisi olmadığı için, yoksulların yoksunlukları olduğu gibi kaldı, hatta ülkede bir yerlerde zenginlik arttığı için, zengin ve yoksul arasındaki uçurumlar daha da büyüdü.

Tüm bunların, 1980’li yıllarda, özellikle Birleşmiş Milletler Çalışma Programı ILO’nun, işçilerin şartlarını incelemek üzere heyetler gönderdiği Kenya ve Kolombiya’da iyice ortaya çıkması, aslında insanoğlunun binyıllardır  bildiği, eski çağlarda filozofların, daha sonraları ünlü ekonomistlerin hep dile getirdiği ‘tek başına zenginlik, gelişmek için yeterli mi?’ sorusunu bir kez daha dünya gündemine taşıdı. Kalkınma çevreleri, yeni bir teori arayışına girdiler.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, 1980’lerin sonunda, dönemin ünlü ekonomistlerinden Mahbub ul-Haq’ı yeni bir bakış açısıyla ilk İnsani Gelişme Raporu’nu yazmakla görevlendirdi. Bu yeni kalkınma anlayışına ‘İnsani Gelişme/İnsani Kalkınma’ yaklaşımı dendi. Bu teori, ‘İnsanlar gerçekte ne yapabiliyor, ne olabiliyor?’ şeklindeki basit soruyla başladığından, bu yaklaşıma ‘Yapabilirlikler (Capabilities) Yaklaşımı’ dendiği de oluyor.

İlk Küresel İnsani Gelişme Raporu’nda, kalkınmanın amacının ‘insan, insanların seçeneklerini arttırmak’ olması gerektiği vurgulandı. Para/gelir, bu seçeneklerden biriydi ancak, esas amaç değildi. Para kazanmak, sadece iyi olmanın şartlarından biri olarak görüldü. Uzun ve sağlıklı bir hayat sürmek, bilgi edinmek, siyasi özgürlük, kişisel güvenlik, sosyal katılım ve insan haklarına uygun şekilde yaşamak, diğer şartlar, yani insana sunulması gereken seçenekler arasında yer aldı. İnsanların, sadece ekonomik varlıklara indirgenemeyeceği belirtildi.

İlk Küresel İnsani Gelişme Raporu’nun ana mesajı şuydu: Ekonomik büyüme insani amaçlara ulaşılması için kesinlikle çok gerekli, ancak önemli olan bu büyümenin insani kalkınmaya dönüştürülüp dönüştürülememesi. Raporda, bunu ortaya koymak için, bir de bazı göstergelere, bu göstergelerden oluşturulan bileşik endekslere yer verildi. UNDP, diğer Birleşmiş Milletler kuruluşlarının yardımıyla her ülkeden karşılaştırılabilir insani ve sosyal verileri toplamaya başladı. Amaç, bu verilerin zamanla tüm ülkeler arasında karşılaştırılabilir hale getirilmesi, eksiklerin tamamlanması ve sonuçta, kalkınma verilerinin küresel düzeyde karşılaştırılabilmesiydi. Nitekim, UNDP 1990’dan sonra her yıl, kalkınma konusunun farklı bir yönünü ele alan Küresel İnsani Gelişme Raporları yayımlarken, son sayfalarını da, Küresel İnsani Gelişme Endekslerine ve sağlıkla ilgili gelişmelerden kadın haklarına kadar birçok konuda geliştirilen ülke sıralamalarına ayırdı.

İnsani Gelişme yaklaşımı, UNDP’nin Küresel İnsani Gelişme Raporları, ülke düzeyinde yayımlanan Ulusal İnsani Gelişme Raporları ve insanların yapabilirliklerini, özgürlüklerini, imkanlarını, hayatlarından memnun olup olmadıklarını baz alan birçok ilgili araştırma sayesinde her geçen gün daha da geliştiriliyor, benimseniyor. Bugüne kadar toplamda 650‘yi aşkın Ulusal İnsani Gelişme Raporu hazırlandı. Bu raporlardan her biri, kalkınmanın insanı ilgilendiren yönlerini ele alıyor. Örneğin, kalkınmanın, gelişmenin, eğitime, sağlığa, demokrasiye, gençliğe, çevreye, yoksulluğa etkileri ele alınıyor. Raporlar kimi zaman da bölgesel düzeylerde hazırlanıyor. Arap, Doğu Avrupa, Latin Amerika İnsani Gelişme Raporları gibi…

Küresel, bölgesel ve ulusal İnsani Gelişme Raporları’nın tüm dünyada yankıları oluyor. Ülkeler, Küresel Raporlar’la birlikte her yıl yayımlanan İnsani Gelişme Endeksleri’ndeki yerlerine büyük önem veriyor. Bu veriler, hemen her ülkede basında yer alırken, politikacılar tarafından da, ülkenin durumunun endekste yüksek sıralarda olduğu durumlarda, halklarına, bir gurur kaynağı gibi açıklanıyor. Endekste aşağı düzeylerde yer alan ülkeler de, bu verilere, dünya sıralamasındaki yerlerine bakarak, politikalarını gözden geçirebiliyor.

Ulusal raporlar da, çoğu zaman politika geliştirme aracı olarak kullanılıyor. Ulusal raporda tespit edilen eksiklikler, hem basında geniş yer alıyor, hem de hükümet tarafından yeni adımlar atılmasına sebep olabiliyor. Örneğin 2009 yılında Türkiye’de UNDP tarafından yayımlanan Ulusal İnsani Gelişme Raporu, ‘Türkiye’de Gençlik’ başlığını taşıyordu. O yıla kadar, Türkiye’de resmi düzeyde ayrı bir kategori olarak ele alınmayan, sadece spor ve yaz kamplarına katılımla ilgili düzenlemelere konu olan, ayrı bir bakanlığın konusu bile olmayan gençlik, raporun açtığı tartışmalar ve konuyla ilgili binden fazla gazete ve televizyon haberi sayesinde, görünür hale gelmiş, Türkiye’de izleyen birkaç yıl içinde, tarihin ilk Gençlik Bakanlığı kurulmuş ve ilk kapsamlı Gençlik Politikası yapılmıştı.

İnsani Gelişme son yıllarda, akademi dünyasının da ayrı bir ders konusu olarak ilgisini çekmeye başladı, çeşitli üniversitelerde yüksek lisans programı olarak okutulmaya başlandı. Dünyada birçok sivil toplum kuruluşu da, insani gelişmenin, eğitim, sağlık, siyasi özgürlükler, iklim değişikliği gibi yönlerini ya da bütününü ele alan çalışmalar yürütüyor.

 ‘Herhangi bir aptal, işleri daha büyük, daha kompleks, daha şiddetli hale getirebilir. Tersi yönde ilerlemek için, biraz deha, çok fazla da cesaret gerekir.’

Albert Einstein